Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MSN vs BLOG

Dün akşam Kars seyahatimle ilgili yazmaya başladım blog için. Sonra Chris online oldu, muhabbete daldım. Sordum: "Neler oluyor yine sizin orada? Yine bölünme tartışmaları alevlenmiş...", dedi ki "Brüksel'in ne olacağı sorusu bu ülkenin hâlâ bölünmemiş olmasının en büyük sebebi". Bu akşam tekrar açtım yazıyı, kaldığım yerden devam edeyim diye. Derken bu sefer de Sadun'la muhabbete daldım. Norveç'ten Paris'e, oradan Kars'a geniş bir coğrafyayı kapsadı muhabbetimiz. Böyleyken böyle, sonuçta dün üç paragraf yazmıştım, bugün de anca iki paragraf ekleyebildim. Sonra da "Amaan, dedim, bunu koyayım, sonra devam ederim". Evet, seyahatin Kars'a kadar olan kısmı mevcut, gerisi gelecek. Uzaktaki dostlardan biri ya da birkaçı daha online olmazsa şu günlerde...

Kars Seyahati Bölüm 1: "Allah Allah, ne işin var ki Kars'ta?"

Böyle dedi bana kondüktör amca, Ankara'dan Kars'a doğru yol alırken. Bir anlam veremedi Kars'a gezmeye gidişime. Tekrar sordu, "Neden Kars?" diye, ne yalan söyleyeyim ben de açıklamakta zorlandım. "Demirkubuz'un Kader'i, Nuri Bilge'nin İklimler'i falan..." diyemedim hâliyle. "İşte, filmlerde falan görmüştüm, ilginç geldi, gezmek görmek falan lazım..." gibi bir şeyler geveledim. "Allah Allah, dedi yine, eh hayırlı yolculuklar öyleyse sana..." Biraz daha öncesine dönelim bakalım. Bilindiği üzere , 19 Eylül Çarşamba akşamı çıktım yola. İlk durak Ankara olacak şekilde. 23:30'da Haydarpaşa Garı'nı terk eden Fatih Ekspresi'ne Deniz'le birlikte bindik. Programlarımızın çakışması sonucu Ankara'ya kadar birlikte gittik. Oturduk yemekli vagona, konuştuk biralar eşliğinde. Bilen bilir, anlatacaklarım bol şu sıralar. Uzun zamandır görüşmediğimizden Deniz'in de anlatacakları birikmiş, konuştuk işte... Deniz,

Erkan Can

Yahu, Erkan Can'ın gerçekten çok başarılı bir oyuncu olması bir tarafa, esas başarısı yıllar yılı Mahallenin Muhtarları'nda Temel rolünü oynadıktan sonra halkın gözünde kendini usta oyuncu statüsüne yükseltebilmiş olması değil mi sizce de?

Çağıran bir şeyler var hep, beni uzak şehirlerde*

"Biletlerimi attım cebime" demek isterdim ama, malum, biletlerimiz artık elektronik. "Kredi kartımı attım cebime" demek sanırım daha doğru olacak. Yarın akşam bu saatlerde yoldayım... Gezmek güzel şey. Deniz, güneş, kum üçlemesindense bir yerleri gezmeyi hep tercih etmişimdir tatillerimde. Şansıma bu sene yurtdışında geçirdiğim beş ayımda gezme fırsatım oldu. İstanbul'a döndükten sonra ise yaz tatilimi ajansa gömdüm: iki buçuk aylık bir staj dönemi geçirdim. Okulun açılmasına iki hafta kala tekrar özgürlüğüme kavuştum. Bu yaz henüz denize girmedim. Zaten yaz da bitti. Eğer yanıma bir yâren bulabilseydim Bodrum'a falan giderdim ama herkesin okulu benimkinden erken başlıyor malesef. Ben de "madem öyle" diyerek, alıp başımı Kars'a gitmeye karar verdim. "Neden Kars?" diye soruyor insan. Ne zamandır gitmek istediğim bir yerdi. Gerek Demirkubuz'un Kader'i, gerekse Nuri Bilge'nin İklimler'i beni bu şehre gitmeye heveslendi

Quis custodiet ipsos custodes?*

Wikipedia'da Alan Moore'un sayfasında "Literary movement: comic books as serious literature" yazmakta. İnanmayan baksın (: Yazdığı eserlerin sinemaya uyarlanmasından hiç hazzetmeyen, hatta sinemaya uyarlanmış eserlerinde (örn: V for Vendetta) isminin geçmesini bile kabul etmeyen bu huysuz amca, her ne kadar ülkemizde adını V'nin sinemaya uyarlanmasıyla birlikte duyurmuş olsa da, esasında sol tarafta kapağını gördüğünüz Watchmen isimli eseriyle bir hayli ses getirmiştir. Eylül 1986 - Ekim 1987 arasında on iki sayı hâlinde yayınlanmış olan Watchmen , Time dergisinin 1923'den beri en iyi 100 İngilizce roman listesine girmeyi başarmış tek çizgi roman (graphic novel). Çizgi romana yeni bir boyut kattığı iddia edilen bu eserin en azından süper kahramanlar konseptine farklı bir bakış getirdiği aşikar. Konuyu kısaca ele alacak olursak, süper kahramanların gerçekten yaşayıp, 1977 yılında çıkartılmış bir yasa sonucu yasaklandığı alternatif bir 1985'de geçiyor hika

On bira yınsultanı*

İnananların ramazan ayının hayırlı geçmesini dilerken bu sefer kaç adet "Akşam ezanını erken okuduğu için mahalleliden dayak yiyen müezzin" haberine rastlayacağız diye de merakla beklemekteyim. *: Bir Yiğit Özgür karikatürü.

Hayırdır inşallah...

Blog ilginç bir şey bence. Açıkçası, bir kullanıcı olarak online ortama bir katkıda bulunmayı pek sevmiyorum. En azından, kişisel düzeyde. Hani, bir wikipedia'da makale yazmak böyle bir şey değil. Ama, öyle ya da böyle, bir biçimde online bir profil oluşturmak hoşuma gitmiyor nedense. Son zamanlarda dikkatimi çekti ki, blog da aslında böyle bir duruma gelmeye başlamış. Online bir topluluk (community) hâline gelmeye başlamış blog yazarları, hatta yurtdışındaki blog yazarlarının sendika kurmayı düşündüklerine dair bir haber bile okudum. Ben, kendi adıma, iletişimin hiçbir türünü yüzyüze iletişim kadar sağlıklı bulmuyorum. Hatta, genel anlamda hayatımda pek çok şeyin doğrudan, olduğu gibi, sade olmasını tercih etmişimdir. Neyse, neden yazdığım sanırım şimdilik çok önemli değil. Sanırım kendimi ifade edecek yeni mecralar aramaya başladım, en kolayı da bu göründü... Bu arada, "Neden Norwegian Ridgeback?" sorusu gelir belki, onu cevaplayayım. 2007 senesinin başında Erasmus