Ana içeriğe atla

Şimdi kısa başlıklarla haberlere geçiyoruz...

1. Palandöken'den döndüm. 5 gün boyunca dolu dolu kayıp, özellikle dördüncü ve beşinci günümde başlayan heyecan ve alternatif rota arayışlarımın sonucunda yaşadığım düşüşlerin getirdiği çeşitli kas ağrılarıyla geldim İstanbul'a. Ha bir de dört yerinden patlattığım ve her gün bir kısmını dikmekle uğraştığım kayak pantolonum var tabii.

Özellikle dördüncü gün güzel kaydım. Gondol isimli liftten aşağıya kadar mümkün olan en kısa yoldan -tamamı pist olmayacak şekilde- inerken bir yuvarlandım bol karlı bir kısımda. Pistte değildim o sırada, bakir bayırlardan aşağı vurmaktaydım kendimi. Aynı günün ilerleyen saatlerinde, ormana dalmış ağaçların arasından kayarken önümde ilerlemekte olan sevgili Sadun'un bir ağaca çarpması sebebiyle hızlı bir şekilde rota değiştirmek zorunda kaldım. Kontrollü bir biçimde piste çıkmaya çalışırken kara saplanıp piste fırladım kafa üstü, boynum ağrıyor. Sadun kendi blogunda bahseder mi bilmiyorum ama, kendisi durumu anlatırken, ağaca çarpıp düşmesinden dolayı kahkahalar attığını ve o sırada sağ tarafından -benim düştüğüm taraf oluyor bu- bu blogda yazmak istemediğim bir küfürün geldiğini belirtmişti. Bu düşüşün ardından kısa bir süre geçmişti ki bu sefer görüşün de bir hayli düşük olduğu en zor pistten kendimi aşağı salmışken bir tümseği göremeyip güzel bir şekilde fırladım, vücudumun çeşitli yerleri üzerinde 10-15 metre kadar sürüklendim ve pantolonumun sağ bacağında kalçayla diz arasında yaklaşık 30 cm'lik bir yarık açtım. İşin güzel yanı da, bu durumu o sırada değil, birkaç dakika sonra inişimi bitirip telesiyejle tekrar yukarı çıkarken fark etmiş olmam oldu. Akşam diktim (:

2. Sadun, Palandöken seyahatimizin bu yılki kayak hevesini karşıladığını belirtti. Bense, bu 5 günün ardından daha da bir heveslendim. Kış bitmeden bir kez daha kaymak istiyorum, hatta snowboard'a başlayasım var. Benim gibi pistten sıkılıp da kendini dağa bayıra vurmak isteyen birisi için ideal görünüyor snowboard.

3. Kayak çok güzel bir spor. Uludağ gibi metrekareye 8 kişinin düştüğü pistlerde kaymıyorsanız eğer, ucu bucağı belli olmayan bir beyazlıkta kişi kendisiyle başbaşa oluyor. Otoyol gibi pistten çıkıp dağa bayıra ormana vurunca insan kendini, doğanın içinde buluyor birden. Hafif hız kazanınca rüzgarın sesi kulaklıktan gelen müziği bastırmaya başlıyor. Belki de en güzeli, yüzeyle olan ilişki. Hem o kadar hızlı gidip hem de yerle olan sıkı ilişkiyi bozmamak başka bir sporda mümkün değil diye sallıyorum şu an fütursuzca. Pisti ya da pistten çıktıysan eğer toz karı ayaklarının hemen altında hissetmek, onun tümseklerine ya da çukurlarına gereken tepkileri vermek. Kar müsaitse pisti şekillendirebilmek. Sanırım bisiklet üzerinde hissettiğimden bile daha özgür hissediyorum kendimi kayarken.

4. Palandöken'le ilgili haberlerimiz bu kadar. Dünyaya baktığımızda Amerikan senaryo yazarlarının grevinin bitmek üzere olduğunu görüyoruz.

5. Yurttan haberlerde ise "İpek'in kendini karbon sanan boşluğu"nun mülkiyet kavramını reddedip "Kendini karbon sanan boşluk" hâline geldiğini görüyoruz.

6. Ala Gözlerini Sevdiğim Dilber şarkısı ile tanıyıp sevmeye başlayıp Kara Değil Mi? ile de iyice sevdiğimiz -bu arada linkteki "Kara Değil Mi?" akustik versiyonu, akustik olmayanı çok daha eğlenceli- Badem'in yeni albümü çıkmış, aldım bugün. Henüz sadece bir kere dinledim, yorum yapamayacağım, ama bir önceki albümdeki kadar çok Karacaoğlan uyarlaması olmaması biraz canımı sıktı benim sanki.

7. I Am Legend'ı izledik bugün Çimen'le. Sadun kitabını okuduğunu ve beğendiğini belirtmişti evvelden. Kitap güzeldir muhtemelen ama film beni tatmin etmedi. İstemsiz bir biçimde 28 Days Later'la karşılaştırdım ve ikincisi daha ağır bastı. Zombi hikayesinin yanısıra yalnızlık teması mevcut filmde ki Will Smith kardeşimizin oyunculuğundan mıdır nedir bilemedim ama yeterince etkili işlenememiş gibi geldi bu tema bana. --Burası spoiler içerir-- Elemanın cansız mankenlerle konuştuğu sahneler yalnızlığını en iyi yansıtmaya çalışan sahnelermiş gibi görünse de bence o temayı taşıyan en etkileyici sahne herifin Shrek'in DVD'sini ezberlemiş olmasıydı. Köpeğin öldüğü sahneyi ise, yine istemsiz bir biçimde, Tom Hanks'in Cast Away'de Wilson'ı kaybettiği sahneyle karşılaştırdım ve ikincisinin çok daha etkili olduğuna kanaat getirdim. "WILSON, I'M SORRY!" diyerek bu paragrafı bitiriyorum. --Spoiler bitti--

8. Geçen yazımda facebook'u eleştirirken Hilmi'den bahsetmiştim hani. Aradan bir hafta geçti ki bugün Hilmi'yle karşılaştım. Geçen yazıda anlattıklarımı destekler nitelikte, düzeyli, normal, alışıldık bir sosyalleşme yaşadık kendisiyle. "Sen neredesin, ne yapıyorsun?", "Neydi o günler...", "Senin telefon numarası kaçtı?", "Yolum düşerse o tarafa ararım"... El sıkıştık, öpüştük falan. Muhtemelen Haziran'daki mezunlar gününe kadar da görüşmeyeceğiz kendisiyle. İşte, belirli bir düzeyde tanışıklığın olan bir insanla sosyalleşmek böyle olur. Facebook'tan arkadaş listesine ekleyip bir daha yüzüne bakmamakla olmaz (:

Yorumlar

  1. param olursa ben seninle snowboard a gelirim. ama bu kış zor görünüyor..:(

    YanıtlaSil
  2. passiflora: Nerede indirim var, götürsene beni (: Ayrıca benim Hilmi'yle seviyeli ya da seviyesiz herhangi bir ilişki kurma gibi bir isteğim yok. Yolda karşılaşınca kurduğum ilişki bana yetiyor da artıyor bile. Niye inatla facebook'u savunuyorsun anlamış değilim. Söyle, Mark Zuckerberg ne kadar veriyor sana?!

    absen: Sen bir gel, hallederiz biz, sezon Mart'a kadar devam ediyor (:

    YanıtlaSil

Yorum Gönder