Ana içeriğe atla

!f İstanbul 2010'un ardından...

Bir !f İstanbul daha geldi geçti hayatımızdan. Şehrimiz yine bağımsız filme doydu. Bendeniz de naçizane ne zamandır ağız tadıyla güzel bir Amerikan bağımsızı izleyemedim diye düşünerek kendime o yöne eğilen bir seçki hazırlayıp izledim. Buradan bakabilirsiniz.

Sıradan, kısa kısa değerlendirelim:

Kendi adıma açılışı Mary and Max ve Fantastic Mr. Fox'la yaptım. Bahadır Bey'le birlikte gerçekleştirdiğimiz bu "İki süper film birden" animasyon aktivitesinden memnuniyetle ayrıldık.

Mary and Max, senaryosunun bir-iki yerde klişelere boyun eğmesinin haricinde ziyadesiyle keyifli bir filmdi. Aardman tarzı stop motion tekniğinin çocuksu yönünü yitirmeden, yetişkinliğin ağırlığını taşıyan bir film başarıyla kotarılmış.

Fantastic Mr. Fox

Fantastic Mr. Fox ise; Wes Anderson'a özgü absürdlüğüyle, zengin seslendirme kadrosuyla -George Clooney, Meryl Streep, Bill Murray...- ve özenle seçilmiş renk paletinin ruh kattığı kusursuz görselliğiyle adeta yağ gibi akan bir animasyon olmuş. Defalarca izlenebilir, ki izleyenler varmış...

Precious ise yılın en çok ses getirecek -ABD'de getiriyor, burada da getirir yakında- filmlerinden biri olacak görünüşe göre. Şu ana dek bolca ödül topladı. Altı dalda Oscar'a aday oldu ki buna ilk profesyonel oyunculuk deneyimini yaşayan başrol oyuncusu Gabourey Sidibe'nin En İyi Kadın Oyuncu dalındaki adaylığı da dahil. Sırf konusunu okumanın bile insanın içini sıktığı filmi izlemek de çok keyifli değil, ne yalan söyleyeyim. Ama izlemeye değer, pişman olmazsınız...

!f İstanbul sitesindeki listemde var olmasına rağmen, annemin doğumgünü için yaptığımız sürpriz aktivite nedeniyle Metropia'ya gidemedim. Sağ olsun, Demet hanım biletimi değerlendirdi, değerlendirmekle kalmayıp blogunda da iki kelam etti.

Senaryosunun Kim Ki-duk ustanın yazdığı Yeong-hwa-neun yeong-hwa-da ise -Kısaca Darbe diyelim- uzakdoğu tarzı, varoluşçu tartışmalarla bezenmiş aksiyon filmlerinden hoşlananlar için güzel bir tercih. Özenle çekilmiş ve seyirlik...

Amerikan bağımsızlarının sevdiğimiz yüzlerinden biri olan Paul Giamatti'nin başrolünde arz-ı endam ettiği Cold Souls konusu itibariyle bir hayli ilginç bir film. Filmin ilk yarısı iki oyuncunun da çoğunlukla tek başlarına sürükledikleri sahnelerden oluştuğu için biraz ağır ilerlese de, ortalarından itibaren konunun da biraz dallanıp budaklanmasıyla film ritmini buluyor. Filmin belki de tek eksisi şuradan kaynaklanıyor: Filmde "Ruh" kavramının tanımı bilinçli olarak yapılmamış, aksine bir "Bilinmez" olduğu vurgulanmış. Bu her ne kadar yazarın ve yönetmenin oyun alanını genişletmiş olsa da, birkaç yerde de senaryonun altında kimi boşluklar olarak tezahür etmiş.

Cold Souls
Sırada Crazy Heart var, ama izninizle onu şimdilik atlıyorum, zira açık ara bu festivalde izlediğim en iyi film olmasından mütevellit, tek başına bir yazıya konu olmayı hak ediyor. Şimdilik fragmanıyla idare ediniz.

Bu seneki !f İstanbul silsilemi noktalayan film ise Easier with Practice oldu, ama "Keşke olmasaydı" dedirtti. Konusu itibariyle baştan ilgimi çekmiş olsa da, beklentilerimi karşılamaktan çok uzak kaldı. İlginç olabilecekken sıradan bir şekilde senaryoya çevrilmiş fikir, tekdüze bir anlatım ve düşük bütçe sebebiyle yetersiz kalmış bir görüntü yönetimi; ağzımda adeta kekremsi bir tat bıraktı. Yönetmenin ilk filmi olması dolayısıyla bunlar biraz kabul edilebilir olsa da, benim için !f İstanbul 2010'un en kötüsü Easier with Practice oldu...

Yorumlar