İlk kontrol noktam, orta düzeyde bir kalabalık içeren pasaport kontrol gişesi oldu. Alman polis memuru seyahatimle ilgili her detayı -Cebimdeki paranın miktarına dek- öğrendikten sonra tatmin olmuş bir şekilde pasaportuma damgayı bastı, ben de ikinci kontrol noktam olan güvenlik kapısına doğru koşmaya devam ettim.
Güvenlik kontrolündeki memur çantamdaki fotoğraf makinesini görmek istedi, çıkardım, açmamı istedi, açtım, kontrol etti, vizörden bakıp elini objektifin önünden geçirdi. Bütün bu süreç dahilinde yanında duran, tahminimce işe yeni başlamış olan, bir başka elemana "Şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın" şeklinde yaptıklarını anlatıyordu.
Üçümüz de fotoğraf makinemin herhangi bir tehlike arz etmeyeceğinden emin olduktan sonra bendeniz, önce kemerimi takıp, ardından ceketimi giydim ve çantamı da alarak koşuma kaldığım yerden devam ettim. Son kontrol noktasında beni güleryüzlü bir Lufthansa çalışanı karşıladı, yetiştiğimi söyleyip biniş kartımı makineye okuttu, ben de koşuma son verip körüğün başından uçağa kadar olan son etabı tempolu bir yürüyüşle tamamladım. Oturmuş ve kemerlerini bağlamış yolcuların bakışları altında yerime geçtim ve uçağın kapısı kapandı.
Barselona'ya ulaştığımda acı bir gerçeği öğrendim: valizim benim kadar hızlı koşamadığından olsa gerek, bir sonraki Barselona uçağına kadar Münih'te kalmayı tercih etmişti.
Münih - Barselona arasını Murakami'nin What I Talk About When I Talk About Running isimli kitabını okuyarak geçirmiş olmama sadece hoş bir tesadüf olarak bakıyorum.
(Photo by: Felix Gottwald @ Airliners.net)
BCN 2 ve 3'te bu yaziya link varken, burada da onlardan haberimiz mi olsa sanki...
YanıtlaSil