Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Film Festivali'nin ardından bakakaldım tıpkı bir tavşan gibi...

Bu yazı güzel bir dostun öğretisini takip etme hevesiyle, mürekkebin kağıt üzerinde bıraktığı izlere duyulan özlem, hayranlık ve tutkuyla karışık samimiyet hisleriyle harmanlanarak kaleme alınmıştır. -kağıt kalem kullandım yani (: - Geçen yazıyı yazmak için bilgisayar başına oturduğumda aslında niyetim bir gün önce veda ettiğimiz 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali hakkında üç-beş kelâm sarf etmekti. Gelin görün ki, yazma alışkanlığıma hükmeden düzensizlik fenomeni buna izin vermedi. Bu sefer kararlıyım, buyurun festivalde izlediğim filmlere: Bu sene ilk olarak, Aykan Bey -o şimdi asker- sayesinde muhabbetine nail olduğumuz saygıdeğer insan Sanem Hanım'ın katkılarıyla, Der Baader Meinhof Komplex 'i izledim. Almanya'da, Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun 1967-1977 arasında düzenlediği terör eylemleri etrafında şekillenen filmin pek çok başarılı yönünden iki adedini belirteceğim: Film her ne kadar eylemcilerin kendileriyle ve amaçlarıyla bir sempati kurmamıza izin vers

Naftalin yerine anı kullanıyos biz... (Daha ucuza geliyo)

İki hafta önceki yazıda genel bir dağınıklık hâlinden bahsetmiştim. Öyle ki, artık basit şeyleri yapmayı unutmayayım diye kendime not almaya başladım bugün. Aslında unutmaktan ziyade, " gözümün önünde durup beni rahatsız etsin de yapayım " düsturuyla not almaya başladım. Not dediğimi de cep telefonuna alıyorum bu arada, gözümün önünde ya (: Bugün için aldığım iki not vardı. İlki ortalıktaki kıyafetleri toparlamak ve bisiklet kıyafetlerini yıkamaktı. Kıyafetleri toparladım ve yıkanacaklar da şu anda yıkanıyor. Hatta arada artık giymediğim şeyleri de dolaptan çıkarayım diye düşünüp o işe giriştim, ama Emre sağ olsun " Abi, bu çok güzelmiş, çok yakıştı sana " lafları arasında anca parçalanmış bir pantolondan kurtulabildim, başka da bir şeyi çıkartamadım dolaptan... " Artık atarım bunu " dediğim bir gömleğim vardı ama Emre o kadar övdü ki gömleği, öyle bir gaza geldi ki, neredeyse üstüne para verip tekrar satın alacaktım on senelik gömleğimi. Bir taraftan d

Arnavutköy sahilinde uyuyasım geldi

Bisikletle çıktım sabah, kondisyonumun düşük olduğunu tahmin ettiğimden çok uzatmayayım dedim, Kuruçeşme'ye kadar gittim, dönerken de Arnavutköy sahilinde bir banka oturdum... Hala da oradayım. Resmen burada böyle güneşin altında uyuyasım geldi, tatildeymişcesine... Annemleri aradım, Bodrum'a gitmişler onlar da...

Kendimi kaybettim, hükümsüzdür...

Bir süredir genel olarak kafam pek dağınık, yoğun çalışmanın getirdiği genel bir yorgunluk hali olsa gerek... Önceki hafta bir akşam banka kartımı kaybettim, bu hafta da bir akşam -nasıl becerdiysem- telefonun kılıfını kaybettim. Muhtemelen bu ikisini de takside düşürdüm. Çalışmaya başladığım ilk haftalardan birinde de laptop'ı bırakıyordum az kalsın bir takside... Olur da bir gün gizemli bir biçimde ortadan kaybolursam beni taksilerde arayın (:

Haftasonundan notlar...

Dün bisiklete bindim aylar sonra ilk defa. Hamlamışım, Levent'e kadar bile nefes nefese kaldım. Fren-vites bakımı yaptırdım yeni sezon öncesi, bir de yağ aldım zincir için. Japonca dersinde geçen hafta bozulan imajımı düzeltmeye yönelik çalıştım, metalci oldum. Kuzguncuk'a gittim, yıllar sonra İsmet Baba'da rakı-balık yaptım. Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçerken dışarıda oturdum. Bir pazar sabahı 9'da kalktım. Hisar'da kahvaltı ettim. Daha sonra da Bebek'te güzel havadan istifade ettim. Bebek'ten eve yürüdüm, yoruldum. Oda üstüme üstüme geldi, toplamaya giriştim. Yarıda kaldı. Levent'te metroyu beklerken garip şeyler oldu. Tren geldi, platformun başında durdu, bekledi, sonra geri gitti. Vakit ve motivasyon eksikliğinden bu sene bir türlü bilet alamadığım Film Festivali'nde eş-dost sağ olsun bir film izledim. TTNET'in Gülse Birsel & Özkan Uğur'lu reklamlarının arkasında yatan stratejiyi çözdüm: "Nasıl olsa kimse TTNET'i sevmiy