Ana içeriğe atla

Kayıtlar

güncel etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Etiler halkının doğrudan demokrasiyle imtihanı

Bu yazı, iki gün üstüste forumlara katılmanın getirdiği olaylara hakim olma hissinin ve dün yazıya aldığım tepkilerin ardından biraz daha fazla kişisel yorum ve eleştiri içeriyor olabilir. Başlangıcından itibaren Direniş'e elimden geldiğince destek vermiş biri olarak eleştirilerimde hakkaniyetli olmak adına elimden gelen tüm çabayı gösterdiğimi belirteyim. Buyurun lütfen: Salı akşamki Abbasağa forumu deneyiminin ardından dün akşam da (19 Haziran) kendi semtimin forumunu görmek için Etiler Tepecik Yolu'ndaki Sanatçılar Parkı 'nın yolunu tuttum. Saat 9'a 5 kala parka girdiğimde 100-150 kişilik amfitiyatronun çevresinde toplanmış küçük bir kalabalık var sadece. Saat 9'da alkışlar ve tencere tava seslerinin yükselmesiyle parkın geneline yayılmış olan kalabalık amfide toplanmaya başlıyor. Bir önceki gün Abbasağa'da bulunan yaklaşık 3,000 kişiye karşılık Etiler Forum'un en kalabalık hali 300 kişiyi anca buluyor . Bir önceki akşama göre bir hayli artış olduğu kon...

Abbasağa Parkı'nda neler oluyor?

Dün akşam, yani 18 Haziran 2013 akşamı Abbasağa Parkı'ndaydım. Genel izlenimlerimi yazdım. Bunlar tamamen ortama ve konuşmalara ilişkin kişisel gözlemlerimden çıkan kişisel bir yazı . Eğer siz de Abbasağa'da ya da bir başka parkta idiyseniz yorum ya da başka bir şekilde izlenimlerinizi paylaşırsanız sevinirim. Ama öncelikle nasıl oldu da bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettiğimi anlatmak istiyorum. İlgilenmiyorsanız alttaki ilk iki paragrafı kafadan atlayabilirsiniz, gücenmem (: Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden mezunum. Bilenler bilir, GSÜ İletişim'de ilk iki sene ortak dersler alınır, üçüncü ve dördüncü senelerde modüller seçilir. Bendeniz Radyo-TV-Sinema bölümü mezunu naçizane bir reklamcıyım. Lakin özellikle fakültenin ilk iki senesinde bolca gazetecilik dersi almışımdır . Bir iletişimci gözüyle, son üç haftada olan biten karşısında medyanın haline bakıp da üzülmemek elde değil. Ne acıdır ki, ilk zamanlardaki otosansür mekanizması beni ne şaşırttı, ne d...

İnsanlık...

"Türküz bütün başlardan üstün olan başlarız" "Türkiye Türklerindir" "Milli birlik ve beraberlik..." "Bölünmez bütün" "Her bir karışı şehit kanlarıyla sulanmış bu cennet vatan" "Halkımızın hassasiyet duyduğu konular" "Zaferlerle dolu şanlı tarihimiz" "Tek dil, tek din, tek bayrak" ... Bu böyle uzar... ... Farkında mısınız? Hiçbirinin içinde "insanlık" yok... ... Çünkü milliyetçilik, insanlığın karşıtı dostlar; başka bir milletin milliyetçiliğinin değil... ... 4 sene önce bu ülkede insanlığa bir kurşun sıkıldı... ... O yara, bugün kanamaya devam ediyor... ...

!f İstanbul 2010'un ardından...

Bir !f İstanbul daha geldi geçti hayatımızdan. Şehrimiz yine bağımsız filme doydu. Bendeniz de naçizane ne zamandır ağız tadıyla güzel bir Amerikan bağımsızı izleyemedim diye düşünerek kendime o yöne eğilen bir seçki hazırlayıp izledim. Buradan bakabilirsiniz. Sıradan, kısa kısa değerlendirelim: Kendi adıma açılışı Mary and Max ve Fantastic Mr. Fox'la yaptım. Bahadır Bey'le birlikte gerçekleştirdiğimiz bu "İki süper film birden" animasyon aktivitesinden memnuniyetle ayrıldık. Mary and Max , senaryosunun bir-iki yerde klişelere boyun eğmesinin haricinde ziyadesiyle keyifli bir filmdi. Aardman tarzı stop motion tekniğinin çocuksu yönünü yitirmeden, yetişkinliğin ağırlığını taşıyan bir film başarıyla kotarılmış. Fantastic Mr. Fox Fantastic Mr. Fox ise; Wes Anderson'a özgü absürdlüğüyle, zengin seslendirme kadrosuyla -George Clooney, Meryl Streep, Bill Murray...- ve özenle seçilmiş renk paletinin ruh kattığı kusursuz görselliğiyle adeta yağ gibi akan bir anim...

4 Şubat 2010 TEKEL işçileriyle dayanışma eylemi

Hanımlar ve de beyler, Yarın, yani 4 Şubat 2010 'da Türk-İş, DİSK, KESK, Hak-İş ve Kamu-Sen’in ortak kararıyla 08.00-17.00 saatleri arasında, havayolları ve demiryolları gibi kritik sektörlerin de aralarında bulunduğu tüm işkollarında üretim duracak . KESK Genel Merkezi’nden yapılan grev çağrısında “Siyasi iktidar Tekel işçilerini pervasızca kapının önüne koyabileceğini, kimsenin onlara sahip çıkmayacağını düşünerek bu adımı attı. Tekel işçileri yıllardır süren bu karanlığa karşı bir meşale yaktılar. Bu meşalenin sönmesine izin vermeyeceğiz. Emekçilerin kararlılığını 4 Şubat Perşembe günü, 1 günlük dayanışma greviyle bir kez daha göstereceğiz” denildi. Detaylı bilgi. Duymuşsunuzdur, kazanılmış hakları gözardı edilerek kapı önüne konulan TEKEL işçileri 50 gündür eylemde. Başbakan da bu eyleme şu ana kadar tahammül gösterdiklerini, ay sonuna kadar sabrettiklerini söyledi. Kısacası, en geç ay sonunda insanca yaşama haklarını talep etmekten başka suçu olmayan işçilerin üzerine ine...

Bugün 19 Ocak...

...ve benim kalbim sıkışıyor üç yıl öncesini hatırladıkça. O kadar ki, artık bir şey söyleyemiyorum. Ancak, bir sene önce yazdıklarımı tekrarlayabiliyorum: 2 yıl oldu, ne oldu? İki yıl önce, 19 Ocak günü. Norveç'e geleli 13 gün olmuş, Türkiye'ye dönmeme daha beş ay var. Bunlar yetmezmiş gibi birtakım kişisel sebepler var: keyifsizim. Önce Ekşi Sözlük'te görüyorum, inanmak istemediğimden olsa gerek, inanamıyorum. Ntvmsnbc'yi açınca, mecbur, inanıyorum Hrant Dink'in katledildiğine. Bütün gün odadan dışarı adım atmıyorum. Akşama doğru kağıdı kalemi alıp bir mektup yazıyorum, bilinmeyen bir alıcıya. "Bu ülkeyi sevmek hiç bu kadar zor olmamıştı" diye yazdığımı hatırlıyorum pek çok şeyin arasında. "... ve bu ülkede bir şeylerin iyiye gideceğine dair umudum neredeyse tükendi". Bunu yazmak bana neredeyse elle tutulacak kadar keskin bir acı veriyor ama, görüyorum ki şu iki senede ne bu ülkede ne de benim hislerimde bir şeyler iyiye gitmiş. Bilaki...

25 Kasım 2009 KESK Grevi

Belki duymuşsunuzdur, bugün, yani 25 Kasım 2009 Çarşamba günü, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu grev yapacak. "Belki duymuşsunuzdur" diyorum, zira şu anda, yani greve saatler kala, Milliyet, Hürriyet, Habertürk ve Ntvmsnbc sitelerinin manşet kısımlarında grevle ilgili bir tane habere rastlamak mümkün değil. (Rastlayabileceğiniz haberler arasında şunlar var: Kaddafi'nin çadırı, kolonya kokusu yüzünden işini kaybeden TV sunucusu, modern zamanların en seksi reklamları, sonbaharda gidilecek yerler vb.) Vatan'ın sitesinde manşet kısmında ise, grev lafı geçmiyor ama "Yarın için tedbirinizi alın" başlığı mevcut, tıklayınca açılmayan bir sayfaya gidiyor. Ne hoş... Bir ara, öğleden sonra gibi, Ntvmsnbc'de başbakanımızın "Grev yasal değil" gibi bir açıklaması belirdi ama, şu anda o da görünmüyor... Hal böyle olunca, bu bloga yolu düşebilecek üç-beş kişinin bari biraz bilgisi olsun dedim. Arkadaşlar, yarın KESK greve gidiyor. (KESK'e ü...

Rakı şişesinde odun olsam...

Rakıdan bahseden bu yazının, biradan bahseden yazının hemen arkasından gelmesi aslında tesadüfen oldu. Ama düşünmeye başladım, acaba tematik blog mu yapsam diye... Geçen yazıda olduğu gibi rakıdan, onu ne kadar sevdiğimden ya da farklı rakı markalarından bahsetmeyeceğim bu sefer. Aksine, hem bir reklamcı hem de bir vatandaş olarak beni ziyadesiyle rahatsız eden bir tarafından tutacağım konuyu: Medyada görmüş olabilirsiniz, Tütün ve Alkol Pisayası Düzenleme Kurulu'nun (TAPDK) kararıyla artık alkollü içecek reklamlarında, alkollü içeceğin herhangi bir gıda ile ilişkilendirilmesi yasaklandı. Yani, biranın yanında patates gösteremeyeceksiniz ilanınızda. Rakı-Balık diye bir ikili de artık yok mesela -Rakı-BoşMasa olur ama- ... Haddim olmayarak Orhan Veli'nin meşhur dizesine müdahale ettim ben de. Neme lazım, yakında rakı şişesinde balık olmak da yasaklanır, ben elimi çabuk tutayım dedim. Yeni Rakı'nın konuyla alakalı iki adet şahane -ayakta alkışlanası- ilanına bakmadan e...

Rock'n Coke'a gideriken...

Masamın yanında çantam, uyku tulumum, matım ve çadırım hazır olarak duruyor... Akşam Sadun Bey , Sedef Hanım ve Bahadır Bey 'le birlikte Rock'n Coke yollarına düşüyoruz... Etkinlik boyunca twitter ve flickr kullanmayı planlıyorum. ( "İkisini ayrı ayrı takip etmekle uğraşamam ben!" diyenleri friendfeed 'e alalım...) Belki facebook 'a da biraz fotoğraf atarım. Belki de atmam, hatta muhtemelen atmam... Ha tabii belli mi olur, belki de hiç uğraşmam, hiçbir yere hiçbir şey göndermem (:

16 yıl önce...

16 yıl önce bugün bu ülkede 33 kişinin diri diri yakıldığını hatırlıyor musunuz? İtfaiyeler gelmek bilmiyor. Oysa biraz önce taş atan güruh çoktan ateş altına almış oteli. Pir Sultan Abdal'ın heykeli vinçle yerinden sökülüyor, ağızlarından cehalet, yobazlık, gericilik köpükleri saçan grup, şimdi o heykeli iplerle bağlayarak çığlıklarla sürüklüyor, cadde boyunca. Sivas, tarihinin utancını yazıyor o sırada. Meraklı bakışlar, geç gelen itfaiye ve içerde cayır cayır yanan Behçet, Hasret, Metin, Asım, Nesimi ve şenlikler için gelen onca aydın yürekli insan. "Etrafta et kokusu var" diyor, spiker, dehşet dolu gözlerle. ( yazının tamamı ) Bir sene önce de şöyle bir şeyler yazmışım... Bu da sadece iki gün öncesinden bir hadise... Bu ülke sanki her geçen gün daha ruh karartıcı bir yer oluyor...

Biri Ulaştırma Bakanı'nı sansürleyebilir mi lütfen?

Bakan Yıldırım'dan Youtube'a: Ne işimiz var elalemin sitesinde Atatürk'e hakaret içeren video nedeniyle 5 Mayıs 2008'de yargı kararıyla kapatılan Youtube'un yöneticileri, bir yılda hiçbir gelişme olmayınca Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'dan randevu istedi. (...) Türkiye’nin kendi video paylaşım sitesini kurmasını öneren Yıldırım, “Ne işimiz var elalemin sitesinde?” dedi. Haberin tamamı Şimdi ben bu adama içimden geçenleri söylesem hakaret davası açılır hakkımda... Sanki benim muhakeme yeteneğimi hiçe sayıp internetimi sansürlemek hakaret değilmiş gibi... Aşağıdaki boşluk, dile getiremediğim hissiyatımla doludur, dikkatlice okuyunuz...

İki nokta arasındaki en kısa mesafe

İki nokta arasındaki en kısa mesafenin bir çizgi olduğunu zannedenlere İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu hafta tokat gibi bir cevap verdi: iki nokta arasındaki en kısa mesafe üç çizgi de olabilir. Nasıl mı? Bakalım... Efendim malumunuz, Büyükşehir bir süredir Taksim - 4. Levent metro hattını Taksim yönünden Yenikapı'ya, 4. Levent yönünden de Ayazağa'ya uzatmak için çalışıyor. Bu minvalde yapılan çalışmalar nihayet sonuç verdi ve Taksim tarafında Şişhane istasyonu, 4. Levent tarafında da İTÜ ve Atatürk Oto Sanayii -O değil de, bir oto sanayii sitesinin isminin Atatürk olması hakkında ne desem bilemedim- İstasyonlarıyla uzadı. Bir başka deyişle, artık Şişhane'den Maslak'a kadar uzanan kesintisiz bir ray mevcut. Peki bu, Şişhane'den Maslak'a kadar kesintisiz bir metro hattı olduğu anlamına geliyor mu? Hayır. Şu anda Şişhane'den Maslak'a gitmek için öncelikle Şişhane - Taksim hattını kullanarak Taksim'e geçmeniz, orada tren değiştirip alışık olduğumu...

Çeyrek asırlık tecrübe

Bir başka doğumgününü daha geride bıraktık sevgili okurlar. Bundan sonra adımın altına "Çeyrek asırlık tecrübe" yazmaya karar verdim, haberiniz olsun. Bu arada, "Kalitenin adresi", " [insertproducthere] bizden sorulur", "46 yıllık tecrübe" gibi gudik sloganları ben çok seviyorum. Çalışma arkadaşım Ozan-San'ın blogunda bu minvalde hazırlanmış Gültepe tabelaları derlemesine bir göz atınız . Yeni yaşıma, bir öncekine göre daha göbekli girdim ve açıkçası kestiğim 3 adet pasta da bu gidişi destekler nitelikte oldu. Sanırım önümüzdeki sene doğumgünümde eti form kesmek zorunda kalacağım... Her neyse, başta cumartesi akşamki harikulade partiyi organize eden Cemile olmak üzere katılan ve de uzaktan kutlayan herkese teşekkürler. Eksikliği şiddetle hissedilen iki kişi oldu -onlar kendilerini bilir- , acısını bilahare çıkarırız. Neyse, ben kaskımı takıp çalışmaya devam edeyim...

2 yıl oldu, ne oldu?

İki yıl önce, 19 Ocak günü. Norveç'e geleli 13 gün olmuş, Türkiye'ye dönmeme daha beş ay var. Bunlar yetmezmiş gibi birtakım kişisel sebepler var: keyifsizim. Önce Ekşi Sözlük'te görüyorum, inanmak istemediğimden olsa gerek, inanamıyorum. Ntvmsnbc'yi açınca, mecbur, inanıyorum Hrant Dink'in katledildiğine. Bütün gün odadan dışarı adım atmıyorum. Akşama doğru kağıdı kalemi alıp bir mektup yazıyorum, bilinmeyen bir alıcıya. "Bu ülkeyi sevmek hiç bu kadar zor olmamıştı" diye yazdığımı hatırlıyorum pek çok şeyin arasında. "... ve bu ülkede bir şeylerin iyiye gideceğine dair umudum neredeyse tükendi". Bunu yazmak bana neredeyse elle tutulacak kadar keskin bir acı veriyor ama, görüyorum ki şu iki senede ne bu ülkede ne de benim hislerimde bir şeyler iyiye gitmiş. Bilakis...

Bu yazıyı okuduktan sonra yakınız

On gün önceki yazımda ismini henüz bahşetmediğim bir filme girmeden önce yaşadıklarımı anlatmıştım yanlış anımsamıyorsam. İşte bu da, merakla beklediğiniz devam yazısı: Sevgili Deniz'in ısrarlı tavsiyeleri üzerine Burn After Reading 'i izlemeye gittim Astoria'ya. Lise yıllarımdan beri hiçbir filmlerini kaçırmadığım Coen Kardeşler'in bu filmini de izlememek olmazdı zaten. Şimdi kontrol ettim de IMDb'den, The Hudsucker Proxy 'den beri tüm filmlerini izlemişim, sanırım bunun üzerine Coen'lerin favori yönetmenlerim arasında yer aldıklarını söylemek doğru olur. Dolayısıyla, eğer sizin için de bir sakıncası yoksa, Burn After Reading'le ilgili yazacaklarımı da Coen'lerin genel filmografisi dahilinde değerlendirmekten kendimi alamayacağım. Film alışık olduğumuz Coen kara mizahını ve senaryo karmaşıklığını içeriyor. Şüphesiz ki kalburüstü bir film. Ne var ki, No Country for Old Men ile yükselen Coen beklentilerimi tam anlamıyla karşılamadı. "Evet am...

Haftanın özetimsisi

Eskiden böyle haftanın özeti falan yazardım. Ne güzel günlerdi o günler. Şimdi kalkıp geçtiğimiz haftanın özetini yazayım desem şöyle bir şey olacak: çalıştım, sonra uyudum, sonra çalıştım, sonra uyumadım, çalıştım, sonra uyudum biraz, sonra tekrar çalıştım... Anladınız siz onu (: Geçen yazının devamını yazdım aslında ama daha bitiremedim ve yayınlayamadım. Bitirebilecek fırsatım da olmadı. Bu haftaki tek tatil günüm olan cumartesiyi de -zira evet, bugün de çalıştım- annemlere gitmek suretiyle internetten uzak geçirdim. Şimdi de yorgunum zaten ve izninizle yatacağım, hafiften şifayı da kapmışım...

Uzunca bir aradan sonra yazılan ilk yazının uzun olmasından mütevellit yarıda kalması ve konuya uygun bir başlık bulmanın zorluğu

Bugün tek başıma sinemaya gittiğimi bloga yazarak sevgili dostum Ceren'i üzmek istemezdim ama ne zamandır bloga pek bir şey yazmamış olduğumdan ve blogdaki bu sessizlik hakkında farklı kesimlerden çeşitli tepkiler almış olmamdan dolayı kendimi mecbur hissettim. Ne de olsa bloga en çok yazdığım konulardan bir tanesi sinema... Bugün evvela sevgili biraderimle bir miktar takıldık, aslında sinemaya gitme fikrimiz de vardı ama zaman ilerledikçe, kendisi yarın sabah erken kalkması gerektiğini belirterek evine gitmeye karar verdi. Ben de bunun üzerine sevgili dostum ve yeni ev arkadaşım -"Hayatımdaki gelişmeler" başlıklı bir yazı yazmam lazım sanırım- Emre'yi aradım sinemaya birlikte gidelim diye. Kendisinin öğlen eve gelip ders çalışma gibi bir planı vardı, akşama kadar herhalde çalışmış olur diye düşündüm ki meğer akşama kadar tembellik yapmış. N'oldu tabii, hem filme gelmedi hem de şimdi saat gecenin kaçı olmuş, adam hâlâ ders çalışıyor... Hâl böyle olunca ben de t...

Gudik olunmaz, Gudik doğulur (?)

Bu arada, dalgınlıktan fark etmemişim: 10 Eylül 2007'de hayatına "Norwegian Ridgeback" adıyla başlayan bu blog, 1 yaşını doldurmuş meğer. Okurların her birine, tek tek ellerinden sıkmak, duruma göre yanaklarından öpmek suretiyle teşekkür ederiz, tekrar bekleriz...