Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sen de çiz çiz çiz bir kenara...

Tasarımhane'ye yeni katılan arkadaşlarımızla ilk dersimizi yaptık bugün: Temel Tasarım Atölyesi. Ekibin ağzı en çok laf yapan elemanı olduğumdan olsa gerek, dersin işleyişi de benim sorumluluğuma kaldı. Bir nevî hocalık yaptım aslında. Çok öğretici bir pozisyonum yoktu elbette ama yine de yaklaşık 2 saat boyunca konuşup çalışmaları yürütüp yorumlamakla uğraştım. İlgi güzeldi ama biraz bizim deneyimsizliğimizden olsa gerek soyutlamanın tam olarak ne olduğunu anlatamadık, öyle olunca da arkadaşlar gerçekçilikten çok uzaklaşamadılar. Ama arada süper bir biçimde beni çizdiler. Hatta bir ara eser sahiplerinden izin alıp bir-ikisini buraya koysam mı? Hmm, olabilir... Sonuç olarak iki saatlik bir dersin büyük bir kısmını yürüttüm, aldığım yorumlar da iyiydi. Hocalık eğlenceliymiş. Arkadaşlarımın birer birer akademisyenliğe adım attığı, sevgili Çimen'in laboratuvarında lisans öğrencilerinin omzunun üstünden bakıp "Tcık tcık tcık" yaptığı şu günlerde ben de ucundan kıyısında

Tehlike anında birbirinize doğru koşunuz

Bir nevî aşkın tanımı belki de (: Bergen Sanat Müzesi, 3 Nisan 2007

Antalya, gün 4

Everything that has a beginning has an end. At least The Matrix Revolutions poster said so. Some stories have a happy ending, while some simply don't. And some stories... Well, they just have a beginning.

Antalya, gün 3

Hoş bir gün: Serra Yılmaz'la bir söyleşi, ki süper bir kadınmış, ardından da 3 film: Svalbard Adası'ndan -İsmi Loki olan biriyle tanışırsanız hemen kaçın- Lizbon'a, oradan Uruguay-Brezilya sınırına -Bu devirde Papa'ya bile güvenmeyeceksin- seyahatler... PS: With special thanks to Mr Neil Gaiman on a more personal level...

Antalya, gün 2

Bugün neler öğrendik? Altın Portakal'da kısa filmler ön elemesini bir kasa portakala yaptırmışlar. Eğer ana karakter boyaları dökülmüş bir duvarın önünde yürümüyorsa o film kısa film değildir. Asla bir Arap berberin damarına basma. Çin devleti süper bir devlettir, vatandaşına hem analık hem babalık yapar. Sansür mü, o ne?

Antalya, gün 1

Londra'daki Doğu Avrupalı kaçak işçiler, delik deşik olup can veren Çin askerleri, şefine emeklilik hediyesi olarak kendi kulağını kesip veren Hong Konglu polis dedektifi... Altın Portakal'daki ilk günümün özeti.

Kırk bir eksi dört

Filmekimi'ne sadece tadımlık düzeyde katılabilmişken, Altın Portakal'dan tam bir ısırık alabilmek için sabahın kör karanlığında yola çıktım. TK410, Antalya'da hava açık, 13.00'de ilk filme gitmek üzere lobide buluşuyoruz...

Sometimes we loop

Müzikle ilişkimiz nasıldır, nasıl olmalıdır? Geçenlerde bir ara sevgili dostum Emre'yle konuşmuştuk bu konudan. Müziğin onun hayatında, benim hayatımda olduğu kadar yeri yoktur. Yani, o da müzik dinler elbette ama hayatının her anını müzikle doldurmak gibi bir derdi yoktur. Benim de yok tabii böyle bir derdim ama zevk ve alışkanlık işte, muhtemelen uyumadığım ve başka bir şey dinlemek zorunda olmadığım zamanların çok büyük bir kısmında müzik dinliyorumdur. Her sabah uyanınca mesela, giyinmeye başlamadan önce illaki ya bilgisayardan ya da mp3 çalardan bir şeyler çalmaya başlarım (Akşamları soyunurken çalmıyorum genelde, ne o öyle striptiz gibi...). Zaten çoğu sabahlar kafamda bir şarkıyla uyanırım. Eğer o günlerde dinlemekte olmadığım bir şarkıysa düşünürüm "Nereden çıktı bu şarkı şimdi?" diye. O şarkıyı en son dinlediğim zamanı hatırlamaya çalışırım, ya da o şarkıyı en çok dinlediğim zamanı. Ha evet, bende böyle bir şey de var, kimi zaman bir şarkıya feci takıyorum, günle

İç içe

Sevgili KIzçocuğu'nın şu yazısı yüzünden dönüp bir içime baktım. Bir süredir iç içe olmamızdan dolayı kıllanıyordum içimden zaten ama bakmamaya çalışıyordum. Hani muhabbetini hiç çekemediğiniz ama bir şekilde aynı ortamda bulunduğunuz insanlar vardır, yanınızda dursa bile ondan yana dönmezsiniz, ki bu bir çaba gerektirir, kısa cevaplar falan verirsiniz. Yani, en azından ben böyle yaparım, biraz terbiyesizim galiba... Her neyse, konu bu değildi. Kıllanıyor ve içime bakmıyordum. Bugün baktım, ilginçmiş. Odamın yeni toplanmış hâline benziyor. Gereksiz şeyler atılmış, her şey temizlenmiş, eşyalar yerlerinde, her şey -ilk defa- olması gerektiği gibi. Ne var ki, elektrikler kesik. Trafo falan patlamış herhalde, çabuk gelmez...

Kars Seyahati: Fotoğraflar

Doğubayazıt 1 (İshak Paşa Sarayı) Originally uploaded by bssenol

Kars Seyahati Bölüm 4: Erzurum ve Kürkçü Dükkanı

Bölüm 1: "Allah Allah, ne işin var ki Kars'ta?" Bölüm 2: Serhat şehri Kars Bölüm 3: Ağrı Dağı'nın gölgesinde Ağrı Doğu Turizm'le seyahat ediyorum Doğubayazıt'tan Erzurum'a. Sanırım otobüste anadili Türkçe olan bir tek ben varım. Mesafe yaklaşık 300 kilometre, yol da biraz bozuk, toplam beş buçuk saat sürüyor. Ağrı'yı geçtikten sonra, Erzurum'a kadar iki defa Jandarma durduruyor kimlik kontrolü için. Erzurum'da da yine bir yol ortasında indiriyor otobüs. Yine şehir merkezi olduğunu tahmin ettiğim yere doğru yürüyorum. Erzurum büyük bir şehir, yaklaşık yarım saat sürüyor şehir merkezine ulaşmam. Otel bakınıyorum, buluyorum: Esadaş Oteli, Doğubayazıt'ta olduğu gibi, burada da kablosuz internet mevcut. Otele yerleştikten sonra çıkıp yürüyorum Erzurum'da. Erzurum'da bayağı bir yürüdüm. Sanırım şehir büyük olduğundan. Cumhuriyet Caddesi boyunca yürüyüp Çifte Minareli Medrese'yi gezdim önce. Sonra da onun karşısında yer alan Erzu

Kars Seyahati Bölüm 3: Ağrı Dağı'nın gölgesinde

Bölüm 1: "Allah Allah, ne işin var ki Kars'ta?" Bölüm 2: Serhat şehri Kars Kars'tan Doğubayazıt'a ulaşmak için önce Iğdır'a gitmek gerekiyor. Bir başka serhat şehri olan Iğdır'a Serhat Iğdır Turizm'in midibüsüyle ulaşıyorum iki saatte. Midibüs beni çevremdekilerin otogar olduğunu iddia ettiği bir yerde indiriyor. Sokak üzerinde, iki binanın arasındaki bir boşluk. Tahminimce, Iğdır şehrinin gerçek bir otogarı var, burası ise sadece yakın yerlere giden daha küçük araçların hareket ettiği bir nokta. Zira, indiğim yerin hemen arkasında bir Doğubayazıt minibüsü beni bekliyor. Yarım saatten biraz fazla süren Iğdır-Doğubayazıt yolunu da 60'lı yaşlarda Amerikalı bir çiftle birlikte alıyoruz. Minibüsten indikten sonra, yine bir otel aramaya koyuluyorum, biraz gezindikten sonra Otel Urartu'da karar kılıyorum. Bilseydim laptop'umu götürürdüm, zira Otel Urartu'da kablosuz internet mevcut. Odama yerleştikten sonra İshak Paşa Sarayı'nın yolu

Aşkımı Süpürmüşler!

Erkin Koray'ın Çöpçüler şarkısını bilirsiniz. Peki o şarkının esasında Ali Toprak'a, nam-ı diğer Sokak Çocuğu Ali'ye ait bir eser olduğunu bilir miydiniz? Ben de bilmezdim, artık biliyorum. Daha fazla bilgi için Ekşi Sözlük 'te Sokak Çocuğu Ali başlığına bakabilirsiniz. Şarkının bestecisi tarafından söylenen orijinal versiyonu. Erkin Koray - Çöpçüler, Efes Pilsen Blues Festival 16 (2005)

Bir evcil hayvan olarak sıçan

Bazı insanların ne kadar boş vakti ve ne kadar az derdi var ki böyle şeylerle uğraşabiliyorlar. Bir haber okudum az önce, haberde Aprac diye bir kurum geçiyor. "L'Association de Promotion du Rat comme Animal de Compagnie", yani Sıçanın Evcil Hayvan Olarak Tanıtılması Derneği. Ratatouille filminin ardından Fransa'da fare çılgınlığı başlamış, bu da faaliyetlerine geçen sene başlamış olan Aprac'a olan ilgiyi artırmış. Ratoupédia sitesi de evcil sıçanlarla ilgili hazırladığı broşürünü film dolayısıyla yenilemiş. Sonuç olarak görüyoruz ki, sıçanlar bizim dostumuz, onları sevelim, koruyalım, evimize alıp besleyelim. Bu arada, sıçanların farelerin çoğundan daha büyük olduklarını, ama ağırlıklarının en fazla 500 gram civarında olduğunu biliyor muydunuz? Teşekkürler Ratoupédia!

Kars Seyahati Bölüm 2: Serhat şehri Kars

Bölüm 1: "Allah Allah, ne işin var ki Kars'ta?" Hani bir şehre ilk adımınızı atarken edinilen, yani otobüsten, trenden ya da uçaktan inerken, ilk izlenim vardır ya, işte o. Kars için hiç de umut verici değildi o ilk izlenim (: Ya platform kısaydı, ya da makinist 1366 kilometrenin sonunda bir 10 metre daha gitmeye üşendi, bilemiyorum. Ama en arkada bulunan yataklı vagon platforma denk gelmediğinden, ben vagonun kapısını açıp (Zaten Erzurum'dan sonra bir tek ben kalmıştım vagonda) doğrudan raylara attım kendimi. Rayları geçtim, birinci platforma ulaştım ve gar binasının yanındaki aralıktan Kars şehrinin sokaklarına doğru süzüldüm. Tam da o sırada iftar oldu. Biraz etrafa bakındım, sonra da şehir merkezi olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru yürümeye başladım, birkaç dakika sonra da tahminimin doğru çıktığını çocuksu bir gururla fark ettim. Yolda okuduğum Kar'dan tanıdığım Faikbey Caddesi boyunca yürüyüp otellere bakındım, uygun görünen bir tanesine girdim: "Ba