Ana içeriğe atla

Kayıtlar

tv etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Prison Break: kaç kaç nereye kadar be kardeşim...

Efendim malumunuz TV dünyasında yeni sezon başladı. Takip ettiğimiz diziler de bir bir ekranlarımızda yer almaya başladılar. Ben de şu sıralarda yeni bölümleri takip etmekle uğraştığımdan -ve aynı zamanda başka bir şey yazmaya da üşendiğimden- takip ettiğim diziler hakkında üç beş kelâm edeyim dedim. Bu yazı muhtemelen dizilerin evvelki sezonlarına dair spoiler'lar içerir, ona göre okuyun. Yeni sezona dair spoiler varsa onu özel olarak belirtirim. Geçenlerde bir akşam Sadun beyciğimle de tartıştığımız, ekranlarımızın vazgeçilmez adrenalin pompası Prison Break 'le başlayalım. Bildiğiniz üzere tek sezon olması planlanmış bu macera fırtınasının 24'ün bıraktığı boşluğu sezon sonuna kadar doldurması planlanıyordu. Ancak vücudunun üst yarısını kaplayan dövmeleriyle bizleri ekran başına kilitleyen Wentworth Miller abinin karizması -gayleşiyorum muntazaman- diziye duyulan ilgiyi beklenmedik bir yüksekliğe çekince devam sezonları da kaçınılmaz oldu. Böyle olunca da hikayenin sey...

Şimdi kısa başlıklarla haberlere geçiyoruz...

1. Palandöken'den döndüm. 5 gün boyunca dolu dolu kayıp, özellikle dördüncü ve beşinci günümde başlayan heyecan ve alternatif rota arayışlarımın sonucunda yaşadığım düşüşlerin getirdiği çeşitli kas ağrılarıyla geldim İstanbul'a. Ha bir de dört yerinden patlattığım ve her gün bir kısmını dikmekle uğraştığım kayak pantolonum var tabii. Özellikle dördüncü gün güzel kaydım. Gondol isimli liftten aşağıya kadar mümkün olan en kısa yoldan -tamamı pist olmayacak şekilde- inerken bir yuvarlandım bol karlı bir kısımda. Pistte değildim o sırada, bakir bayırlardan aşağı vurmaktaydım kendimi. Aynı günün ilerleyen saatlerinde, ormana dalmış ağaçların arasından kayarken önümde ilerlemekte olan sevgili Sadun'un bir ağaca çarpması sebebiyle hızlı bir şekilde rota değiştirmek zorunda kaldım. Kontrollü bir biçimde piste çıkmaya çalışırken kara saplanıp piste fırladım kafa üstü, boynum ağrıyor. Sadun kendi blogunda bahseder mi bilmiyorum ama, kendisi durumu anlatırken, ağaca çarpıp düşmesi...

Bıçak Sırtı: cidden güzel dizi...

ABD'deki senaryo yazarlarının grevi sonucunda şu anda tek bir diziyi takip ediyorum, o da Bıçak Sırtı. Sanırım İkinci Bahar'dan bu yana ilk defa bir yerli diziyi takip ediyorum. (Karanlıkta Koşanlar daha mı sonraydı acaba? Neyse...) Mükemmel bir dizi mi? Hayır değil. Senaryo muhtemelen rating kaygısıyla bazen fazla yayılıyor. Bölümler bana uzun geliyor, sonu bir türlü gelmeyen ilan-ı aşklar, uzun uzun bakışmalar bazen tempoyu çok düşürüyor, bu noktalarda ileri sarasım geliyor (Genellikle diziyi reklam aralarından kurtulmak için videoya kaydedip sonradan izliyorum...) . Ama yine de, aklı başında ilerleyen bir hikayesi ve belli ki ziyadesiyle özenli bir yapım ekibi var. Genellikle özensizlikten kaynaklanan hatalara çok sık rastlanıyor yerli dizilerde ama bu dizide bunlar yok denecek kadar az olduğu gibi, kadrajlarda ayrı bir özen var gibi geliyor bana. Teknik anlamda izlediğim en iyi yerli dizilerden biri yani diyerek bitireyim bu paragrafı. Bu arada, araya bir şey sokayım: geçen...

"Blood is my life"

ABD'deki senaryo yazarlarının grevi sonucunda takip ettiğim diziler birer birer sessizliğe gömülmüşken, fakültemizin öğretim kadrosunun bir bölümünün şiddetli tavsiyeleri üzerine Dexter izlemeye başladım. Başladım demişken, bayram tatilinde ilk sezonu bitirdim demek istemiştim... Konudan kısaca bahsedecek olursak, Dexter içinde dizginleyemediği bir öldürme dürtüsü olan temiz yüzlü bir arkadaşımızdır. Gündüzlerini Miami polisinin adli tıp bölümünde kan analizi yaparak geçiren Dexter, geceleri ise seri katil olarak adam öldürmekte, öldürdüğü insanlardan bir damla kan alıp koleksiyonunda saklamaktadır. Günlerden bir gün Miami'de bir fahişenin ölü bedeni bulunur ve cesette bir damla bile kan yoktur. Soruşturma ilerledikçe Dexter bir taraftan kendi kökenlerini keşfetmeye diğer taraftan ise çevresiyle olan ilişkilerini gözden geçirmeye başlar ve olaylar gelişir... -Ne kadar da cıvık başlayıp gazetelerin sinema sayfasındaki tanıtımlar gibi bitirdim, haddi hesabı yok-