Ana içeriğe atla

Paşabahçe

2017'de Viyana'ya gittiğimizde arkadaşlarımızla dolaşırken hava çok soğuk diye rastgele bir kafeye girmiştik. Mahalle arasında hiç turistik olmayan eski püskü bir kafeydi. Masalar sandalyeler zaten eski, duvarlarda retroluktan kitsch'liğe terfi etmiş resimler, ellerimizde bulaşık makinesiz zamanları hatırlamaktan başka özelliği olmayan dümdüz fincanlarla otururken hiçbir estetik kalitesi olmayan bu mekanı çok güzel bulduğumu farkettim. Kendimi bir an o mahallede yaşayan biri gibi hayal ettim ve muhtemelen gençken arkadaşlarımla, çocukken de ailemle o kafeye gittiğimi; hatta benden önce annemle babamın da benim yaşlarımdayken o kafede takıldıklarını hayal ettim. Benim için hayal olan, o mahallede yaşayanların bir kısmı için gerçekti muhtemelen. Ben ise, İstanbul'daki mahallemde yeni açılan mekânlara bakarken "Burası bundan önce kafeydi, ondan önce de büfe gibi bir şeydi. Bir ara da galiba ganyan bayii olmuştu" gibi dandik tarihçeleri düşünüp üniversitedeyken bile gittiğim mekânları artık bulamadığım bir şehirde yaşıyordum. Viyana'daki kafenin güzelliği bugün estetik kalitesiyle olan ilişkisinde değil, benim mahallemdeki mekânların köksüzlüğüne gösterdiği tezattaydı. Arkadaşlarım çok ikna olmasalar da getirdiğim duygusal argümanlara kolay bir cevap üretemeyeceklerini farkedip beni coşkusuzca onayladılar o akşam. 

Geçen gün, İBB'nin 70 yıllık Paşabahçe vapurunu yenileyip tekrar hizmete almasının haberini izlerken aklıma o kafe geldi. Doğma büyüme İstanbullu annem kimbilir kaç defa bindi o vapura... Ya da yirmi beş sene boyunca işe gitmek için Haydarpaşa'dan Karaköy'e vapurla gidip dönen babama kaç defa denk geldi Paşabahçe vapuru... Annemin baroda işi olduğunda "Minibüsle Kadıköy'e inip Karaköy'e vapurla geçelim, oradan Tünel'le Tünel'e çıkalım (bkz: tünelden tünele tünelle gitmek), dönerken de tramvayla Taksim'e çıkıp oradan dolmuşla dönelim" diyerek maksimum ulaşım aracına binmeye çalışan ben çocukken annemle kaç defa bindim mesela... Ya da lisede kulağımda kulaklıklarla hava nasıl olursa olsun illa yan güvertesinde oturduğum vapurlardan hangisi Paşabahçe'ydi?

Ortamlarda şehrin dokusu nedir diye sorarlarsa bunu dersiniz, şehrin dokusu dediğimiz şey tam da böyle bir şey. Eskiyeni yıkıp yeniden yapmakla değil de; yaşlananı yenilemekle, yeni bir işlev bir hayat vermekle yaşayıp zenginleşiyor. Şehir bizim olduğundan daha fazla bizden öncekilerin şehri aslında, aksini düşünüp hadsizlik yapmaya gerek yok :)

Yorumlar